Herkes gelir dağılımına odaklanıyor ama esas ağır sorun servet dağılımı. Halk bu ülkenin sahibi olmaktan çok uzaklaştı.
“Herkes, kamu giderlerini karşılamak üzere, malî gücüne göre, vergi ödemekle yükümlüdür. Vergi yükünün adaletli ve dengeli dağılımı, maliye politikasının sosyal amacıdır.”
Bu iki cümle, herhangi bir öğretim üyesinin makalesi ya da emek yanlısı bir kişi veya kurumun, örgütün bildirisinin bir bölümü değil. Bu iki cümle Türkiye Cumhuriyeti’nin Anayasasının “Vergi Ödevi” başlıklı bölümünde 73. Maddenin ilk iki fıkrası.
Anayasada sayılan hak ve yükümlülükler, verilen görev ve tanımlanan ödevleri içerir. Sosyolojik tanımıyla “toplumsal sözleşme” niteliğine neredeyse 300 yıldır vurgu yapılır. Gerçekten de öyledir. Anayasa, sadece diğer yasaların değil, “devletin de” üstündedir. Devletin var olması için bir arada yaşayan insanların mutabakatı gerekli. Bu gereğin vücut bulmuş hali de Anayasadır.
Ne yazık ki Anayasamızın bu hükmü, emri, hepimiz arasındaki bu sözleşmeye uyulmuyor, Anayasa ihlali gerçekleşiyor. Çok sayıda farklı hesaplamayı bulabilirsiniz. En basitinden başlayalım. Ozan Bingöl sıklıkla hesaplar: Eğer gelir vergisi ilk dilimi ki en fazla ücretlileri, ücretliler içinde de asgari ücretlileri ilgilendirir; gelir vergisi ilk dilimi 2000 yılında brüt asgari ücretin yüzde 21’i düzeyindeydi. 2024 itibariyle gelir vergisinin ilk dilimi brüt asgari ücretin yüzde 5,5’i düzeyinde. Eğer gelir vergisi ilk dilimi yasanın verdiği ilave haklar kullanılmadan, hatta tartışmalı enflasyon hesaplamasına dayalı olan yeniden değerleme oranı kadar artırılsaydı 288.6 bin TL olmalıydı. Şu anda 110 bin TL.
Gelir vergisi dilimi olarak bilinen düzenlemenin adı Gelir Vergisi Tarifesidir. Özetin özeti, hangi gelir düzeyinde ne kadar vergi verileceğinin belirlenmesidir. Yıllık gelire göre hesaplanır. İlk tarife dilimi de en düşük vergi oranı olan yüzde 15 oranında vergilenir. Özetle, eğer bu dilimin yıllık gelir tutarı artırılırsa, çalışanlar daha az vergi verir.
Asgari ücret dahi yıl içinde yüzde 20 oranlı ikinci vergi dilimine geçtiği bir vergi düzenine adaletli demek mümkün değildir, hiçbir ekonomik gerekçeyle de açıklanamaz! Peki mazeret nedir? Asgari ücret ve diğer ücretlilerin asgari ücret kadar geliri, gelir vergisi ödemez. Ancak bu mazeret de adaletsizliği ortadan kaldırmaz çünkü ödemememiz gereken bir vergiyi, sadece gelir vergisi dilimi düşük belirlendiği için öder duruma düşüyoruz.
Ülkemizde KDV, ÖTV gibi dolaylı verginin tek ödeyicisi ücretlilerdir. Ücret alarak geçinenler ve emekliler dışında vergi düzenimiz içindeki bütün vergi mükellefleri KDV, ÖTV gibi dolaylı vergilerinden, gelirlerinden masrafları düşerler. Net elde ettikleri gelirlerden verirler. Oysa emekçilerin elinde bu hak yoktur. Birileri, çocuğunun okul masrafını, seyahat etmesi halinde yol masrafını, yediği yemeği dahi vergiden düşer. Verdiği KDV ödemişse, aldığı KDV’den düşer! Teknolojik olarak mümkün olduğu halde yıllardır ihtiyari de olsa ücretlilere beyanname hakkı verilmez. Geçmişte biraz zorlansak da hepimiz ödediğimi KDV’nin bir kısmını geri almak için fiş toplayıp, devlete KDV beyan ediyor ve iade alıyorduk. Şimdi “kaynakta” indirim yapılıyor ama geçmişle kıyaslanamayacak düzeyde. Teknoloji bu kadar ilerlemişken hala bu imkanın olmaması şaşırtıcı.
Bir başka şaşırtıcı unsur da yukarıda değindiğimiz gelir vergisinde çalışan-diğer gelir elde edenler ayrımının olmaması. Yani, gelir vergisi tarifesi herkes için geçerli. Hiç vergi vermemeyi başaran bazı meslek mensupları, faiz geliri elde edenler, sanayici, tüccar, esnaf hepimiz aynı tarife içindeyiz. “Efendim, düşük tarife tutarı, oransal vergi artışını artıracağından çok kazanandan çok vergi almak sonucunu doğurur.” Hayır, bu ücretlilere yapılan haksızlığı ortadan kaldırmaz.
Sonuç…
Sonuç şudur: Türkiye’de ağır bir vergi adaletsizliği ve ağır bir kaynak dağıtımı sorunu yaşamaktadır. GSYH içinde ücret payları düşüşü defalarca yazıldı-çizildi ama “sonuç” nedir pek tartışılmadı. Sonuç şudur: Türkiye tarihinin en ağır servet dağılımı sorunlarından birini yaşıyor. Sadece son 2 yılda 350 milyar Dolar (evet ABD Doları) servet el değiştirdi. Uzunca bir dönemdir, arsa-rant başta olmak üzere, ekonomiye ilişkin devlet yetkilerinin tercihli dağıtılması sonucu zenginlik arttı, bu zenginlikle yeni servetler edinildi.
Gelir dağılımımız bozuk. Türkiye’nin serveti yani varlıkları da geniş halk kitlelerine değil, az sayıda kişiye ait. Bunun tehlikesi şudur: Gelir dağılımını düzeltme şansınız vardır. Ancak servetin dağıtımını düzeltmek öyle kolay olmaz. Serveti bir kez elde eden bir daha geri vermemeye çalışır. Merkantalist dönemdeki zengin (sonrasında burjuva)-soylu-din adamı arasındaki sosyolojik çatışmanın nedeni budur. Çok geniş bir kapsamdaki çatışmalarla burjuva ancak sanayi devrimi sonrası servetine “sahip” olabilmiştir. Önceki servet sahiplerinin elinden zenginliklerini almak hiç de kolay olmamıştır.
Türkiye’de gelir dağılımından daha ağır şekilde, servet dağılımı sorunu bulunmaktadır. Vergi adaletsizliğini çözerken, emek kesimi ülke servetinin nasıl dağıldığına da bakmalıdır.
Nereden başlamalı?
Lafı çok uzatmaya gerek yok. Türkiye’de emek kesiminin servetini elinden kaybetmesinin bu kadar rahat gerçekleşebilmesinin en önemli nedeni, emek kesiminin örgütlü olmamasıdır. Emek kesiminin yüzde 14.88 oranında sendikalı olması Türkiye gibi bir ülkenin, sadece sermaye kesiminin karar ve talepleriyle yönetilmesi anlamına gelmekten başka bir şey ifade etmez. Oysa ekonomi-işletme dersinin ilk gününde söylendiği gibi, üretimin faktörleri, emek-sermaye-topraktır/arazi ve girişimdir. Bunlardan sadece sermaye ve girişimcinin çıkarı için karar verildiği ve sonuçta ülkenin servetinin az sayıda insan tarafından sahip olunduğu dönemin sonuna gelinmesi gerekiyor.