Sağlık ve Sosyal Hizmet İşçilerinin Örgütlü Gücü

  • Yücetepe Mh. Hedef Sk. No:5
    Anıttepe Çankaya ANKARA

  • 08:30 - 18:00

  • Pazartesi - Cuma

Vedat Bilgin: Nerede özgürlük mücadelesi varsa Başoğlu oradaydı

Haber Eklenme Tarihi : 11.12.2024 15:21:56


“Özgürlük mücadelesi nerede ise Mustafa Başoğlu hep orada oldu…” Bu sözlerle Kurucu ve Onursal Genel Başkanımız Mustafa Başoğlu’nun dünya bakışını özledi. Onursal Genel Başkanımız Mustafa Başoğlu’nu yakından tanıyan isimlerden biri de eski Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Bilgin. Türk-İş’te yıllarca görev alan, Cumhurbaşkanlığı Sosyal Politikalar Kurulu Başkan Vekilliği, Cumhurbaşkanı Başdanışmanı ve son olarak Ak Parti Ankara Milletvekili olarak siyasi arenada çalışmalarını sürdüren Bilgin, 63’üncü kuruluş yıl dönümümüze ilişkin sorularımızı yanıtladı. Türk sendikacılık tarihine adını altın harflerle yazdıran Başoğlu’nun, 1980 darbesi sonrası Kenan Evren hükümetine karşı meydan okuyan sözlerini, işçi hareketlerindeki rolünü uzun uzun anlattı. İşte Bilgin’in önemli mesajlar verdiği o röportaj…

 

Soru: Sendikamız 9 Aralık’ta 63 yaşına girdi. 63 yıllık geçmişten, tecrübeden gelen sendikamızın Kurucu Genel Başkanı Mustafa Başoğlu’nu yakından tanıyan isimlerden birisiniz. Kendisi ile nasıl tanıştınız, Başoğlu’nun sendikacılık tarihindeki yer nedir? 
 
Vedat Bilgin: Mustafa Başoğlu’nu üniversite öğrencisi iken o zaman gençlik dergilerinde yazılar yazıyordum. Sendikal hareketi o dönem takip ederdim. O yıllarda 1971 askeri müdahalesinden sonra bir işçi memur ayrımı çıkmıştı. Bağkur, SSK ve emekli sandığı var şu an, o zaman SSK ayrı bir yapı idi ve işçilerin sosyal güvenlik sistemi, sağlık sistemi ile ilgilenen bir kurumdu. SSK çalışanlarını işçi ve memur diye ayırdılar. Bu mücadelede tanıdım Mustafa Başoğlu’nu. Çünkü Mustafa Başoğlu bunun ayrılmaması gerektiğini söylüyordu. Çünkü SSK’da çalışanların büyük kısmının fiziksel olarak emek harcayan insanlar olduğunu, masa başı iş yapanların çok az olduğunu, onların daha önce memur olarak çalıştığını söylüyordu. O mücadelenin içinde tanıdım Başoğlu’nu. Ama gıyaben henüz yüz yüze tanışmamıştım. Sonra takip ettim, bir dönem milletvekilliği var. O zamanki yasalara göre hem milletvekili hem de sendika başkanı olmak mümkündü. Başoğlu da bunlardan biriydi. Adalet Partisi’nde milletvekiliydi. Adalet Partisi Türkiye’de demokratikleşme sürecinde başak rol oynamış olan Demokrat Parti’nin devamı niteliğindeydi. Başoğlu da bu parti de rol aldı. Tabii, Başoğlu’nun Adalet Partisi’nde yer alması Türk-İş’in içinde ve dışında bazı sendikacılar tarafından eleştiriliyordu. Başoğlu’nun, Adalet Partisi Türkiye’nin demokratikleşme sürecine Demokrat Parti’den sonra katkı yapan parti olduğu için ben buradayım tarzında yaklaşımı vardı. Ben Başoğlu’nun bu mücadeleci karakterini önemli buluyordum. Sonra Başoğlu ile tesadüfen karşılaştım. 12 Eylül gelmişti. Bütün sendikal hareket engellenmiş, haklar geriye gitmiş… Fakat bütün bunları yaparken askeri cunta yönetimi Türk-İş’e ve sendikacılara elma şekeri diyebileceğimiz bir şey verdi. Türk-İş eski Genel Sekreteri Sadık Şide’yi Çalışma Bakanı yaptı. Cunta yönetimi kendisini işçi hareketi mevzu olduğunda ‘Biz işçi sendikasının başkanını bakan yaptık” diye kendini savunuyordu. 
 

“DEMOKRASİ KURUMLARINDAN BİRİ DE TÜRK-İŞ”

 
Tahmin ediyorum 1982-1983 yılları olması lazım. Ankara’da bir gazeteci arkadaşıma gitmiştim. Ofisinde Mustafa Başoğlu ile karşılaştım. Mustafa bey ile röportaj yapıyordu Yankı Dergisi. Takip ettiğim için Mustafa beyi merak ediyordum, tanışmak istiyordum. Röportajı yapacak arkadaş ‘dinleyebilirsin’ diyerek beni de davet etti görüşmeye. İçeriye girdim Mustafa bey ile merhabalaştık. Ben oturdum onlar röportaja devam etti. Ben o zaman üniversitede asistanım. Mustafa bey bu kadar işçi hareketi ile ilgili bilgi sahibi olmama şaşırdı. Türk-İş Demokrat Parti sürecinde kurulmuş bir konfederasyon. Demokrasinin kurumlarından biri de Türk-İş’tir Türkiye’de. Ama Türk-İş zaman zaman Sadık Şide örneğinde de olduğu gibi demokrasi karşıtı antidemokratik hareketlerin içinde çeşitli unsurları ile yer almıştır. 28 Şubat’ta da öyle olmuştu. Mustafa Başoğlu ile o röportaj sonrası uzun bir sohbet etme fırsatım oldu. Tavrı şu idi Başoğlu’nun, ‘Bir cunta hükümetine işçi sendikaları konfederasyonu genel sekreter veremez. Bu ayıptır, utanç vericidir. Türk sendikacılık tarihi açısından’ gibi çok açık bir beyanı olmuştu. Radikal bir açıklamaydı. Neden radikal? Çünkü o dönem Kenan Evren Cumhurbaşkanı idi. Sokaktan adam alıyorlar nereye gittiği belli olmuyordu. Böyle bir dönemdi. İşte böyle bir dönemde Mustafa Başoğlu, meydan okuyan ‘Türk demokrasisine vurulan bir darbedir’ sözleri ile çıkış yaptı. Başoğlu’nun hem demokrasiyi savunan tutumu, hem de işçi hareketinin demokrasinin yanında olması gerektiğine yönelik sağ duyulu tavır alması beni çok etkilemişti. Zaten Başoğlu’na sempatim vardı, bu defa bu kanaatim netleşti. Sonra beni davet etti. O gün başlayan dostluğumuz devam etti. 
 
Mustafa Başoğlu Türk sendikacılık hareketinde sadece Sağlık İş’te değil Türk sendikacılığında da özel yeri var. 12 Eylül’e karşı açık mücadele yürütmüş sendikacıdır. Türk-İş’in genel eğitim sekreteri idi ve beni davet etti. ‘Hocam 12 Eylül darbesinden çıkışta bir demokrasi ve emek eğitim programı yapacağız’ dedi. Türk-İş kolejinde sendikacılık, emek ve demokrasi konulu bir eğitim programı hazırladım. Başoğlu bunu çeşitli eylemlerle demokrasiye dönüş mitingleri şeklinde emekçilerin rol üstlenmesi konusunda da bir emeği vardır. 
 
SORU: Başoğlu’nu tanıyanlar, sadece kendi sendikasının, konfederasyonunun eylemlerine değil, rakip sendikaların eylemlerine de kimi zaman destek verdiği belirtiliyor… 
 
Vedat Bilgin: Özgürlük mücadelesi nerede varsa Başoğlu hep orada oldu. 28 Şubat sürecinde özgürlükleri savundu. Okula alınmayan kız çocuklarının yanında durdu, başı açıklar alınmadığında da tavır aldı. Mustafa beyin esas kimliğinin demokrat bir kimlik olduğunu, inançlı, mücadeleci bir insan olduğunu biliyorum. Yeni dönem sendikacılarının hepsini söyleyemem ama genel olarak sendikacılığa baktığımızda hızlı şekilde demokrasi içinde emeğin hukukunu savunma çizgisinden epeyce uzaklaştığını düşünüyorum. 
 
Soru: Uzun bir yoldan geliyor Sağlık-İş Sendikası ve geniş kitleye hitap ediyor. Ama iş kolunda sorunlar var. Siz Çalışma Bakanlığı da yaptınız. Örgütlenme önünde engeller var. Neler söylersiniz? 
 
Vedat Bilgin: Sağlık sektöründeki problemleri şöyle tanımlayabiliriz. Sağlık sektöründe işçilerin memur sayılması hâlâ bir problem. Orada fizikken iş yapan, hastayı taşıyan da hastaya hizmet eden de işçi. Fizikken hizmet üreten insanların memur sayılması felaket bir şeydir. Bu zaman zaman memur sendikaların örgütlenmesine imkân verdi ama meseleye oradan bakamayız.
 

“YOLSUZLUK YAPAN ÖZEL HASTANELERİ KAPATTIM”

 
Dolayısı ile bu konuda bakışım hangi görevde olursam olayım aynıdır. Sağlık sektörünün özel sektöre açılmasından sonra özel sektörde olağanüstü bir şekilde sağlık kuruluşlarının gelişmesi ortaya çıktı. Adeta bir piyasa bir ağırlık oluşturdular. Balon gibi şiştiler. Hastane zincirleri oluştu. Sektörün içine girince fark ettim. Bunların önemli kısmı kamu kaynaklarını kullanarak yani SGK’nın bunlara verdiği sağlık hizmetine ödeme yaparak bu sektörün devlet üzerinden büyüdüğünü fark ettik. Kamunun kaynakları işin içinde. Orada ciddi bir sorun var. Bu işi istismar eden hastanelere karşı bakan olduğum dönemde ciddi cezalar uyguladım. Yolsuzluk yapan hastaneleri kapattım. Ama maalesef Türkiye’de felaket bir düzen kurulmuş. Belli ki kurumsal bir istismar. Ben epeyce mücadele ettim. Çok yolsuzluk dosyasını savcılığa ilettim. Baş edebildiniz mi diye sorarsınız, kendi dönemimde epeyce uğraştım. Ben ayrıldıktan sonra muhtemelen çok uğraşılmadı. 
 

“SENDİKAYA KARŞI ÇIKAN İŞVERENLERLE MÜCADELE ETTİM”

 
Özel sektörün bir özelliği de sendikalaşmaya izin vermemesi. Ben o zaman mevcut yasalar çerçevesinde sendikaya karşı çıkan işverenlerle mücadele ettim. Sendikalar ile görüştüm, ‘hangi işveren sendikal örgütlenmenizi engelliyorsa ben geleyim işçilerle birlikte eylem dâhil yapayım’ dedim. Ama tabii sendikaların ve özellikle sağlık sektöründe çalışan işçiler, iş güvencesinden dolayı aktif tavır alamadılar. Sağlık sektörü başta olmak üzere özel sektörde sendikal özgürlüğün engellenmesinin iki sebebi var kısa vadede emek üzerinden kâr elde etmek. İkinci sebebi de kültürel. Sendikal örgütlenmenin aslında kurumsal kimliğe katkı sağlayacağı, iş barışının kurumsal kimliği tamamlayacağı yaklaşımdan nasiplerini alamamış işverenler var. Bu bütün sektörlerde var ama sağlık sektöründe çok daha fazla. Metal sektöründe mesela yabancı sermaye kuruluşu geldi kadın işçileri işten çıkardı. 1500 kadını bir gecede sokağa attı. Araştırdım, iş yeri sahiplerini aradım ‘sizin bütün aldığınız yabancı mühendislerin çalışan izinlerini iptal ederim. Kadın çalışanları işe almazsanız yarın sabah ben de oradayım’ dedim. Kadın işçileri ertesi gün işe aldılar. Ama bu hep böyle olamıyor. Bakanın inisiyatifi ile olacak şeyler değil. Ben bunlarla ilgili bir çalışma başlattım araya seçim girdi. Şu anda meselenin ne kadar farkındalar, nasıl bakıyorlar bilmiyorum. 


Yorumlar




Bireysel Terapi