25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü’nü bu sene de en yakınım dediği erkek tarafından katledilmiş ya da şiddete uğramış kadınların haberlerini okumaya devam ederek karşılıyoruz. Kadına şiddetin ve kadın cinayetlerinin gün geçtikçe arttığı ülkemizde en temel hak olan ‘yaşama hakkı’ kadınlara çok görülüyor. Nasıl ki 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü kutlamaların yapıldığı bir günden ziyade mücadele günüyse 25 Kasım da yas tutulacak bir gün değil, aksine kadına yönelik şiddete ve kadın cinayetlerine “Dur!” diyeceğimiz mücadele günüdür.
Ülkemizde artık olağanlaşmaya başlayan kadına yönelik şiddet, kadın cinayetleri, taciz ve tecavüz haberleri ülkemizin tüm vicdanlı kesimini yasa boğsa da bu durumdan mücadele etmeden kurtulamayacağımız aşikârdır. Kadına yönelik şiddetin temelini kadın erkek eşitsizliği oluşturuyor. Toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması için gayret edilen toplumlarda kadına şiddetin, kadın cinayetlerinin, çocuk istismarının çok daha az olduğu istatistiksel olarak karşımızda duruyor.
Dünya Ekonomik Formu (WEF), her yıl Küresel Cinsiyet Eşitsizliği Raporu yayınlıyor. 2024 yılı için yayınladığı rapora göre dünyamızda küresel cinsiyet eşitliğinin sağlanması için 134 yıla ihtiyacımız var. Toplumsal cinsiyet eşitliğine en çok yakın olan ülke son 15 yıldır olduğu gibi bu sene de İzlanda, en fazla eşitsizlik yaşanan ülke ise Sudan. Türkiye ise araştırmaya dâhil edilen 146 ülke içerisinde 127. sırada yer alıyor. Eğitimde fırsat eşitliğinden sağlıklı ve hayatta kalabilmeye, ekonomik katılım ve fırsatlardan siyasi güçlenmeye kadar pek çok alana dair yapılan araştırmalarda toplumsal cinsiyet eşitliğinde sınıfta kalan ülkemiz, 40 ülkenin bulunduğu Avrupa kıtasında son sırada yer alıyor. Durum tüm dünya açısından vahamet gösteriyor. Üstelik her sene küresel cinsiyet eşitliğinden gitgide daha da uzaklaşıyoruz. Bütün bahsedilen bu verileri bir kenara bırakarak ülkemizdeki kadınların korkmadan, tedirgin olmadan, öldürülmeden, şiddet görmeden yaşamak için çaba harcadığına dikkat çekmek istiyoruz.
Ülkemiz 1932’de Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO)’ne üye olmasına rağmen ILO’nun 190 sayılı sözleşmesini henüz imzalamış değil. İş kolumuzun yarısını oluşturan kadın işçilerin çalışma hayatındaki karşılaşacağı şiddet ve tacizin önlenmesi için yetkililere çağrımız devam ediyor. Yapılan araştırmalarda iş kolumuzda çalışanlar, en çok şiddete maruz kalan meslekler olarak ilk sıralarda yer alıyor. ILO 190’nın imzalanması, iş yerlerinde yaşanan şiddet ve taciz vakalarında failler için caydırıcı bir güç olacaktır.
Kadın işçilere yönelik hak kazanımları ancak örgütlü ve güçlü bir sendika ile elde edilebilir. Sendikamızın doğum izni sürelerinin artırılması ve anne işçiler için verilen günlük 1,5 saatlik emzirme süresinin 3 saate çıkarılması talebi güncelliğini korumaktadır. Sadece iş kolumuzdaki kadınların değil, ülkemizdeki bütün kadın emekçilerin haklarını yükseltmek için yeni politikalar geliştiren sendikamız; her gün daha gür bir sesle kadın emekçileri temsili olmaya devam edecektir.
Kadın cinayetlerinin olmadığı, kadına yönelik her türlü şiddet ile tacizin bittiği, istismarın son bulduğu, eğitimde ve iş yaşamında eşitliğin sağlandığı bir dünya için 134 yıl beklemeyelim, hep birlikte mücadele edelim.
Türkiye Sağlık ve Sosyal Hizmet İşçileri Sendikası Kadın Komisyonu