"6 Şubat depremlerinin birinci yılını ardımızda bırakırken, depremin sistemsel artçıları büyüyerek sürüyor. Sağlık alanındaki krizin deprem öncesi varlığını biliyoruz. Deprem, krizin üstünü örten veya getirilen eleştiriler karşısında sistem için sığınma alanı yaratan çeşitli argümanları da barındırdı. Ancak, halihazırda var olan krizin derinleştiğini görüyor, duyumsuyoruz. Eleştirilere kulak kapamak, depremin ağır sonuçlarına sığınmak sorunu çözmediği gibi sorunlar silsilesi yaratıyor.
Yazımda, fiziksel olarak bulunduğum ve koşullarına aşina olduğum Antakya’yı baz alarak sürdüreceğim. Antakya’nın birçok ilçesinde, mahallesinde ve sokaklarında depremin ilk gün ki izlerini görebiliyoruz. Geçen bir senenin ardından yerel yönetimin ve daha geniş kapsamda yönetimin desteğinin görülmediği Antakya’da basit gündelik işleri çözümlemek büyük bir emek ve güç istiyor. Tüm bu koşullar ise halk sağlığını ciddi anlamda olumsuz etkilemekle birlikte sorunların tekrarlanmasını pekiştiriyor.
TEBESSÜMÜN ZORUNLULUK HALİ KETLENMİŞ DUYGULARI YARATIR
Depremin ilk gününden bugüne değin sahada bulunan sağlık emekçilerinin, zorunluluk olarak tayin ettiği ancak özünde zorunda bırakılmışlık olan güçlü görünme halinin beraberinde getirdiği duygulara alan açmak istiyorum.
Dediğim gibi depremin ilk gününden itibaren sahadaki sağlık emekçileri kendi acılarını, yaslarını ve değerlerini bir kenara iterek dinlenmeksizin çalıştılar ve çalışıyorlar. Kenara itilen her duygu, yaşanmamış her yas güçlenerek kendisini ifade edecek yerler arıyor. Bunu şu anki gözlemlerime de dayanarak bir köşe kapmaca gibi görüyorum. Yaşanmamışlıklar bireyin zayıflığını kollarken, bireyin güçlü savunma mekanizması her köşeyi kapatarak yaşamını, diğer insanları önceleyerek sürdürme zorunluluğu taşıyor. Görünüm kazanmayan her duygu ve düşünce, içsellikte kendini muhafaza ediyor ve kendisini gösterebileceği anlar için pür dikkat kesiliyor. Hâl böyleyken günlük yaşamda bireye rahatsızlık vermeyi sürdürüyor. Elbette var olan rahatsızlıklar toplumsal bağlamdan ayrı düşünülemez. Bu anlamda da koşulların ağırlığı, kısıtlılık ve engellemeler sorunların bireysel çerçeveye indirgenerek büyümesine neden oluyor. Yani, birey, kendisine ait olmayan ve kendisinden kaynaklanmayan sorunları benimseyerek içselleştirme refleksine kapılıyor. Bu da doğallığında birey olarak üstesinden gelinemeyecek sorunlar karşısında bireysel kaygılar duyulmasına alan açıyor. Krizin, sorunların bireyden değil de sistemin krizi ve sorunu olduğunu bilmek bir şeyleri değiştirmese de bireyin sırtındaki yükünü hafifletmesinde destekleyici olabilmektedir.
TERK EDİLMİŞLİK HİSSİYATI TRAVMATİK BİR DENEYİMDİR
Deprem beraberinde bireyin ve grubun yaşadığı şehirden zorunlu olarak göç etmesine neden oldu. Kültürel olarak inandığımız merasimleri kayıplarımız için yerine getirememek, beklenmedik şekilde yaşamımızın değişmesi, bilinmezlik ve geleceğin taayyün edilememesi göçün travmatik deneyimini ağırlaştırdı. Bununla birlikte yaşanılan bu travmatik deneyimin paylaşılması için gönüllülerce alan açılmışsa da geçen bir yılın ardından sağlık emekçileri için bu alanın yaratılmasındaki güçlüğü, yukarıda bahsettiğim yoğun çalışma temposu ve güçlü kalma ihtiyacı gibi nedenlerden dolayı yaşadık. Yaşanmamış duyguların ve yasın zamanının geçtiğine dair olan inanç, şu anda bundan bahsetmenin zamansız ve yersiz olduğunun düşünülmesine neden olabilmektedir. Oysaki yaşanmamış her şey yenidir ve ne zamanı ne de yeri vardır. Gündelik sohbetlerde duyduğum, hak verdiğim ve duyulmasını istediğim şey de başlıkta belirttiğim terk edilmişliğin yarattığı terk edilmişlik hissi. Bu hissiyatı, gezdiğiniz her Antakya sokağında duyabilirsiniz. Terk edildiğini düşünmek, bir ilgi veya değer görme arzusu taşımamaktadır. Deprem bölgelerinde normalleşememiş yaşam ile diğer şehirlerde bu normalleşememe halinin duyulmamasının getirdiği bir yük olarak görebilirsiniz. Elbette birçok krizin ve sorunun yaşandığı coğrafyada depremin güncelliğini yitirmesi alışagelmedik bir durum değildir. Ancak yaşamı sürdürme, güvenlik, sağlığa erişim, barınma gibi birçok insan hakları ihlalinin yaşandığı ve yaşanmaya devam ettiği deprem bölgeleri güncelliğini korumalıdır, koruyacaktır.
SAĞLIK EMEKÇİLERİNİN SESİNİ DUYMAK İÇİN DİNLEYELİM
Deprem bölgesindeki sağlık emekçilerinin yaşadığı sorunları benim gözlemlerime dayanarak anlatmak haksızlık ve yetersiz olur. Dolayısıyla sorunları anlamak, sorunlar karşısında bir arada oluşu sağlamak için önce sağlık emekçilerini dinlemek zorunluluk barındırır. Bununla birlikte yaşanılan yorgunluğu salt olarak fiziksel yorgunluk olarak görmek, birçok sorunun da halı altına süpürülmesi anlamına gelecektir. Sular altında kalan aile sağlık merkezleri, hijyenik sağlık alanlarının sağlanamaması, tekrarlayan hastalıklar, hakların verilmemesi, dinlenmemek, terk edilmişlik ve tüm birey dışı koşulların yarattığı değersizlik, suçluluk hissinin toplumsal yaşamın bir yerinde, duyguların kolektif yaşanmasını umarak bu ay ki yazımı sonlandırıyorum."